Bir de kırmalar vardı. Örneğin bizim fakültenin dekanı Richard Gray, doktoralıydı ama Time dergisinde editörlük yapmıştı. Aslında mektepliler dediklerimin çoğu kitle iletişimi konusunda değil, yan dallarda doktora yapmışlardı. Bu arada 2500 yıllık Retorik geleneğini sürdüren hitabet, tiyatro gibi alanlarda okumuş olanlara rastlanıyordu. Gazetecilik okulları da başlangıçta yadırganmış, kendisine ancak onların şemsiyesi altında yer bulmuştu. Halkla İlişkiler ve Reklamcılık da öyle. Bunlar ayrıca İş İdaresi (Business) okullarında yuvalanmaya çalışıyordu.
Bu geleneğin kökleri derindeydi. Tatlı söz ve güzel yazı antik çağlardan beri insani becerilerin en üstünü sayılmıştı. Retoriğin amacı insanlara etkili konuşmayı ve böylece kalabalıkları ikna etmeyi öğretmekti. İlk iletişim modelinin Aristoteles’e ait olduğunu söyleyebiliriz:
Söyleyen—Söylev—Dinleyen—Etki
Tüm diğer iletişim modellerinin buradan çıktığını öne sürmek de yanlış olmaz.
Ve o modelin sorduğu soruları günümüzün bilimsel jargonuna tercüme ettiğimizde kendimizi çok iyi bildiğimiz yerlerde buluruz: Hedef kitleleri ikna etmek isteyen gönderici, mesajını nasıl kursun ki en yüksek düzeyde etkili olsun? Dikkat çeken, inandıran, hatırlanan mesajın formülleri nelerdir? Neleri vurgulamak, nelerden kaçınmak gerekir?
Teknik jargondan ayıklayacak olursak, hala aynı soruları sormuyor muyuz? Günümüzün aman tanımayan mesaj selleri arasında bu türden sorular üzerinde kafa patlatmıyor muyuz?
Eskiden, bu türden iletişim eğitiminden yararlanmak siyaseti tekelinde tutan soyluların ve yüksek sınıfların ayrıcalığıydı. Köleler, serfler, köylüler, kadınlar için böyle bir eğitim gereksizdi. Çünkü onların hitabet yoluyla kalabalıkları etkilemek gibi bir beceriye gereksinim duymuyorlardı.
Her seçim dönemi tartıştığımız siyasal iletişimle ilgili pek çok ana kuralı da Retorikçilerin 2500 yıl önce söylediklerinde bulabilirsiniz. Hem de coğrafya olarak, bizim buralarda!
(Ara-not ya da ukalalık: Aristoteles’in hayatının önemli bir bölümünü geçirdiği Assos ve Midilli’yi bu satırlardan bazılarını yazdığım adadan görebilmek ne demek! Nerede yaşadığımızı arada bir sorgulasak belki hayatlarımız bu kadar sıradan olmazdı! Çünkü sıra dışı bir yerde yaşıyoruz.)
İletişimde Retorik eğitimine verilen önem Batı’ya özgü değildi. İslam dünyasında da özellikle dinsel mesajın kitleler üzerinde etkili olmasında “belagat”tan çok şey bekleniyordu. Bunun kökenlerinin de, İbn Rüşd aracılığıyla Aristoteles’e uzandığı biliniyordu.
Çağlar boyunca Müslüman kitlelerin, “ağzından bal damlayan vaiz”lere duyduğu hayranlık kuşkusuz bir eğitim ve tecrübenin sonucuydu. O gelenekten gelen günümüz hatiplerinin kitleler üzerindeki etkisi, dinsel okullarda ve medreselerde verilen Retorik eğitimiyle ilintilidir ve iletişimci gözüyle incelenmeye değer.
Televizyonda starlaşan papazlar, imamlar ve hahamlar da işin esasını oradan öğrenmişlerdir. Sesini nerede yükselteceksin, nerede uzun uzun susacaksın, nerede elini güm diye kürsüye vuracaksın.
Papazlık öğrencilerine vaaz derslerinde şu tavsiyenin yapıldığı söylenir:
“Söylediğine ne kadar az güveniyorsan, elini kürsüye o kadar sert vuracaksın!”
Özetle: Miyopluğun alemi yok. İletişim sorunları ve eğitimi bugün ortaya çıkmış değildir. Kökleri antik zamanlara gider.
Teknolojiye, ucuz hilelere, zamazingolara bakmayın. Bu alanda insanlık sanıldığı kadar ileri gitmiş filan da değildir.
Geçmişe tepeden bakıp küçümsemek kibirdir. Yani, hak edilmemiş bir gururdur. Şımarıklıktır. İkisi de öğrenmeye engeldir. Oysa biz iletişimciler hep öğrenci olmak zorundayız.
---
haluksahin.net